İslâm dini ister diri ister ölmüş olsun insanın değeri hususunda titizlik göstermiş ve insana saygı gösterilmesini istemiştir. Hiç bir insanın duygularına, malına ve canına saldırılmaz.
Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:
Müslümanın her şeyi; kanı, malı ve ırzı diğer müslümana haramdır.
Müslümanın öldükten sonra da bedeninin kesilip parçalanmaktan korunması istenmiştir.
Kur’an-ı Kerim bu prensibi en güzel şekilde ifade ederek şöyle buyurmaktadır:
Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları (çeşitli araçlara bindirip) karada ve denizde taşıdık. Kendilerine güzel nzıklar verdik. Yine onları yarattıklarımızın bir çoğundan cidden üstün kıldık. (İsra/70)
Fakat bazen şartlar insan bedeni üzerinde araştırma yapmayı zorunlu kılabilir, vücudundan bir parçanın kesilmesi gerekli olabilir. Bir suçun (veya suçlunun) belirlenmesi, bir hastalığın teşhisi için buna ihtiyaç duyulabilir. Nitekim, tıbbi bir araştırmada bedenin bir kısmının faydalı olması halinde ölünün vücudunun yarılıp gerekli parçanın çıkarılması mubah görülmüştür.
Hiç şüphe yok ki ölünün gözünü bir başkasına nakletmek, kendine göre kıymeti olan bir faydalanmadır. Görmeyen kimselerin zararını ortadan kaldırmak çok değerli bir amaçtır. Tedaviyi teşvik eden İslâm dini böyle bir amaca karşı çıkmaz. Zira bu dinde “Zarara uğramak da, zarar vermek de yoktur,” “Zarar ortadan kaldırılır,” “Zaruretler haram olan şeyleri mubah kılar” gibi prensipler vardır.
Tıp alanında İslâm milletleri için en güzel faydalan gerçekleştirecek şekilde tıp uzmanlarını yetiştirmek Muhammed ümmetinin görevidir.
Buradan ortaya çıkan şudur ki ölmüş bir kimsenin gözünün bir başkasına nakledilmesinin dini yönden caiz olmasına ihtiyaç vardır. Dinin kuralları da bu ihtiyaçla çelişki halinde değildir.